
Müziği ve tutkuları aranje eden usta: Emin Fındıkoğlu
Müziği ve tutkuları aranje eden usta: Emin Fındıkoğlu
Murat Beşer
Piyano çaldı, beste ve düzenleme yaptı, orkestra ve kulüp kurdu, hatta baktı kimselerin yerinden kıpırdadığı yok, festival düzenledi. Birilerine örnek oldu, ilham verdi, açtığı yoldan birkaç nesil yürüdü. Ne vakit adı bir bahiste geçse, herkes ondan “benim hocam” ya da “hocaların hocası” olarak bahsediyor. Ancak O hoca denmesinden hoşlanmıyor. Emin Fındıkoğlu, caz tarihimizin yaşayan en önemli isimleri listesinin başında yer alıyor. 10 Mart akşamı Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda vereceği konser öncesi bir telefon mesaisi yaptık. Üç beş sorunun yanıtını, iki lafın belini kırarcasına aldık.
Emin Abi (evet biliyorum hitabette hoca lafı kesinlikle yok, ayrıca saksafon değil saksofon, jazz değil caz yazıyoruz), öncelikle hakkında 1-2 cümleyle görüşlerinizi almak istediğim, hayatınızda bazılarının önemli rol oynadığını düşündüğüm birkaç isim var. Biri Cüneyt Sermet, ardından İsmet Sıral ve Erol Pekcan. Sonra da Onno Tunç...
Cüneyt bizim çevremizde hatta belki de orijinal fikirlerin ve çılgın yorumlarını göz önüne aldığımızda, dünyada cazı en iyi bilen kişiydi. İsmet iyi bir organizasyon adamıydı. Çok iyi orkestralar kurardı. Erol swing’li bir caz davulcusuydu, biz ona “Ankara’nın Caz Müdürü” derdik. Onno, tek öğrencimdi, anormal bir basçı ve müzisyendi. Bu güzel insanlarla birlikte çalışmış olduğum için kendimi şanslı görüyorum.
Sizin için ideal orkestra nedir? Big Band mi? Bu geleneği sürdürmek için yeni kuşaktan uğraş veren birileri pek yok. Bu acaba dünyanın değişen ekonomik ve kültürel düzenine bağlı bir durum mu?
Big Band’lerin devri kapandı ama Avrupa’daki, bilhassa Almanya’daki WDR gibi toplulukların ısrarla devam etmeleri çok güzel. Bu da bana cesaret veriyor. Big Band’lerde renk paletleri çoğalıyor. Çalgılar kendi karakterlerini muhafaza ederken yan yana geliyor. Oturmuş bir kadro olduğu için onlar bana halen en güvenilir orkestralar olarak görünüyor. Ayrıca bu kombinasyonlar bana çok ilginç geliyor.
İlk dersleri kimlerden aldınız? Arif Mardin’i biliyorum, o iş nasıl oldu?
Cüneyt Sermet abimiz vermişti ilk dersleri. Ona da bana ders vermesini söyleyen kişi de Arif Mardin olmuştu. Ardından Arif Mardin 1959 yılı boyunca bana her Salı ders vermişti. Ondan öğrendiklerimi İsmet Sıral Orkestrası’nda düzenlemeler yaparak uygulamıştım.
Orkestra modelinizin Dizzy Gilleppie’nin ellili yıllarda yaptığı orkestra olduğu söylenir.
Hatta size ilk cesaret veren konserin de aynı kişiye ait olduğu söylenir. Doğru mudur?
Aslında bu zaman içinde değişti, benim örneğim Dizzy Gillespie değil. Bu orkestranın sazlara göre aritmetik kuruluşu olarak da değişti. Ben Dizzy’nin anlayışına göre biraz küçük olan orkestraları seviyorum. Örneğin herkesin solist olduğu bir Big Band’i tercih ederim.
Açtığınız bir caz kulübü vardı, The Rhythm Section, Elmadağ Hilton’un karşı sokağında. Neden uzun ömürlü olmadı?
Kulüp açmak o zamanlar pek çok kişinin hayaliydi. Aranjörlükten biriktirdiğim paralarla açmıştım. 1970-71 kışı çok zor bir kıştı. Aşırı yağışlar ve soğuklar bastırmış, herkesin evinde hapis kaldığı haftalar, hafta sonları yaşanmıştı. Tüm bunların olumsuzluğu bir yana, bir de benim ticari bir yeteneğimin olmayışı bir araya gelince maalesef kısa ömürlü bir macera oldu.
Kulübü kapattıktan sonra neden İsviçre’ye gittiniz? Orada maddi ve manevi bir tatmin yaşadınız mı?
Sanki bir moda haline gelmişti, İsviçre’ye herkes gidiyor ya da gitmek istiyordu o aralar. Ben de biraz Avrupa tecrübesi kazanmam gerektiğini düşündüm ve gidebileceğim en uygun yer orasıydı.
Türkiye’ye döndüğünüzde nasıl bir müzikal ortam vardı? Mekanlar, topluluklar vs...
1978 yılında Türkiye’ye döndüğümde öyle hakkında olumlu cümleler kuracağım bir ortam yoktu. Yaptığımız en iyi iş Onno Tunç’la bir okul açmak olmuştu.
Seksenli yıllarda yaşanan Bilsak macerası, kendinden sonrakilere nasıl ilham verdi. Siz bu kulübün ve festivalin ilhamını nereden aldınız?
Bilsak demek Mustafa Kemal Ağaoğlu demekti. O da deli dolu karakteriyle çok sevdiğim biriydi ve kafalarımız pek uyuşuyordu. Kulübün ilhamını Norveç, Oslo’daki Club 7’den aldım. Festival fikri ise o dönemde Avrupa’da yapılan etkinliklerden alınan ilhamlarla doğmuştu.
Size İstanbul Kültür Sanat Vakfı tarafından verilen ödülü, ilk teklifte reddetmiştiniz? Neden?
Sanırım ödül meraklı olmadığım için önce reddettim. Belki biraz da utandım. Sonra çok ısrar ettiler. Aslında işin aslına bakarsanız bu iş, tam da 14 kişilik büyük orkestrayı kurduğum günlere denk gelmişti. O ekibin sahneye çıkmasını, çalmasını istiyordum. Çıktık, çaldık ve ödülü aldım. Tam 75. yaşıma denk gelmişti.
Bugün yeni kuşakların aldıkları müzik eğitimini; bunları veren kurumları nasıl buluyorsunuz?
Bana göre şimdiki okulların bazıları iyi. Daha doğrusu başlangıçta iyilerdi, içindeki kişisel gayretler bazı kurumları kurtarıyor, iyi gösteriyordu. Zamanla ticarileştikleri için dejenere olma ihtimalleri güçlendi. Bazı yabancı müesseselerin müfredatını kuru kuruya izleyenler, müzik eğitimini ülkemize göre uyarlayamayanlar oldu. Bu konuda ham-hum-şaralop kuruluşlar var, özellikle Berkeley’nin müfredatını kopyalayanlar var ama hepsi bir yana... Bu alanda bir karamboldür gidiyor. Örneğin biz Polifon’da eğitimi ülkemiz kültürüne göre uyarlamayı başarmıştık. Ona rağmen birileri bazı başka kurumlara gitmeyi tercih ediyordu. Bizim Dorya Modu olarak anlattığımız şeyi, onlar Hüseyni Makamı olarak anlatıyorlardı. Bu da insanlara cazip geliyordu.
Daha önce birkaç kez CRR’de konseriniz oldu. Bu kez 10 Mart’ta nasıl bir formatta, konseptte ve kimlerle çalacaksınız?
2001 yılında CRR’de Detant + Feyza olarak bir konser vermiştik. Bu sefer cep boyu büyük bir caz orkestrası, yani pocket-size Big Band ile çalacağız. İçinde her yaştan kuşaktan müzisyen var. Bana göre onlar ülkenin en iyileri. Buraya Ankara ve İzmir’deki elemanları çağırmadım, sadece İstanbul’dakiler çalacak. O akşam sahneye çıkacak kadroyu sayayım. Trompetlerde Şenova Ülker, İmer Demirer, Barış Doğukan Yazıcı, Efe Gazi, trombonlarda Burak Dursun, Işık Üstündağ, Hüseyin Çakır, saksofonlarda Çağdaş Oruç, Duru Tuna, Meriç Demirkol, Barış Ertürk, kontrbasta Eylül Güntekin, davulda Ekin Cengizkan, vokallerde Melisa Kral ile Zeynep Kuyumcu. Ben de piyano çalacağım.