Balkanlardan Gelen Sıcak Caz: Vasko Atanasovski Devrim Dikkaya

02 Mayıs Cuma

Balkanlardan Gelen Sıcak Caz: Vasko Atanasovski Devrim Dikkaya

Balkan müziklerini bizim kadar seven, her çalındığında içi kıpır kıpır olan, dans etmekten kendini alamayan başka bir halk var mıdır? Üstelik bu şarkılar yalnızca geleneksel tarzda değil, caz formunda bile çalındığında enerjinin yüksek olacağını ve çok eğleneceğimizi bilerek gideriz konser salonlarına… 8 Mayıs Perşembe günü İstanbul Büyükşehir Belediyesi Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda “Transbalkanika” projesiyle dinleyeceğimiz Slovenyalı saksafon ve flüt sanatçısı Vasko Atanasovski konserine eminiz ki sizler de aynı duygularla geleceksiniz.

Enstrümanını çalma tarzı ve sahnede yarattığı enerji nedeniyle müzik eleştirmenlerinin Saksafonlu Jim Morrison” olarak tanımladığı Vasko Atanasovski’yi sizlere daha yakından tanıtmak istedim. Kendisine e-posta aracılığıyla yönelttiğim soruları büyük bir içtenlikle ve kısa sürede yanıtlayan bu değerli sanatçının muhteşem müzik kariyerini anlamak için önce ülkesinden ve doğduğu şehirden bahsetmek gerekiyor. Çünkü Vasko Atanasovski’nin ailesinden gelen müzik yeteneği kadar, doğup büyüdüğü topraklardan da beslendiğini görüyoruz.

Vasko Atanasovski’nin Slovenya’sı, Balkan devletleri arasında Avrupa Birliği’ne ilk katılan ülke olarak yalnızca ekonomi ve siyasal alandaki istikrarlı yapısıyla değil, küçük yüzölçümüne rağmen oldukça zengin ve organize müzik altyapısıyla da dikkat çekiyor. Avrupa’nın hâlâ devam eden en eski caz festivali bu ülkenin başkenti Ljubljana’da düzenleniyor. Bu yıl 66. kez düzenlenecek olan Ljubljana Caz Festivali, ülkedeki tek caz festivali de değil. Vasko Atanasovski’nin doğduğu ve mimarisiyle, müzeleriyle tanınan Maribor kentinde de her yıl Festivala Lent” adlı, caz konserlerine geniş yer veren önemli bir müzik festivali düzenleniyor.

Balkanlar'da tanınmış bir müzisyen olan Aleksander Atanasovski’nin oğlu olan sanatçının kendi cümlelerinden de anlaşılacağı üzere, muhteşem bir müzik ortamında büyümüş ve cazla küçük yaşlarda tanışmış:

“Müzisyenler, ressamlar ve dansçılarla çevrili, sanatsal bir ailede büyüdüm. Ailem bale dansçısıydı ve akrabalarımın çoğu enstrüman çalıyordu; bu yüzden müzik hayatımda sürekli bir yer tuttu. Cazla ilk karşılaşmam, caz piyanisti olan büyükbabamın bana Louis Armstrong’un 'La Vie en Rose' parçasını çalmayı öğretmesiyle gerçekleşti. Beş yaşında müzik okulunda keman eğitimi almaya başladım ama bir şeyler eksikti. Altı yıl boyunca keman çaldım ama mutsuzdum ve sonunda okulu bıraktım. Sonrasında büyükbabamın bir konserinde cazı ve saksafonun sesini duydum; bu beni büyüledi. Cazın sıcaklığına, ifade gücüne ve özgürlüğüne âşık oldum. Bu an, içimdeki tutkuyu ateşledi. Müzik okuluna yeniden kaydoldum ve dört yıllık sınavları sadece birkaç ayda geçtim. Gerçek müziksel yolculuğum o zaman başladı.”

Slovenya’nın müziğe verdiği önem, ister istemez bu ülkenin tarihsel geçmişini sorgulatıyor. 1992 yılında Yugoslavya’nın dağılmasına kadar 74 yıl boyunca Yugoslavya Birliği içinde yer alan Slovenya’nın, birbirinden farklı dinleri, kültürleri ve etnik yapıları bir arada barındıran geçmişi, bugünkü zengin müzik ortamının temelini oluşturmuş. Vasko Atanasovski’nin, 1990 yılında Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti'nin Genç Saksafoncular Yarışması’nda birincilik ödülü kazanması da kariyerinde önemli bir dönüm noktası olmuş.

“Artık var olmayan ama benim büyüdüğüm ülke olan Yugoslavya’nın güçlü ve kendine özgü bir müzik sahnesi vardı. Her müzik türü için birçok festival ve fırsat mevcuttu. Caz da Avrupa’nın en eski caz festivalleri ve birçok ulusal büyük caz grubu ile oldukça saygı görüyordu.”

Her ne kadar çocukluğunda klasik müzik eğitimi alarak keman çalmış olsa da, Vasko Atanasovski’nin asıl müzikal eğitimi, içinde yaşadığı bu çok kültürlü ortamdan kaynaklanıyor. Zaten bugün "Balkan cazı" dendiğinde akla gelen melodik zenginlik, özgün ritmik yapı ve yüksek enerji, sanatçının müzik anlayışının temelini oluşturuyor.

“Balkan geleneksel müziği, çoğunlukla kendine özgü aksak ölçülü ritim yapıları, modal duygu halleri ve güçlü melodileriyle caz yaratıcılığımı etkiledi. Balkanlar’da caz; ritmik karmaşıklık, Ladino, Sefarad, Rebetiko ve makamsal müzik gibi türlerle füzyon, ayrıca caz-manuş ve aksak ritimler üzerinde modal doğaçlamanın yeni yollarını kazandırdı bana.”

Sanatçının kariyerinde cazın yanı sıra rock, klasik ve geleneksel müzisyenlerle de iş birlikleri yaptığı görülüyor. Özellikle, “Gitar tonu ve müzikal yaklaşımı bestelerimi parlatıyor” dediği Amerikalı caz gitaristi Marc Ribot’un yanı sıra, Vlatko Stefanovski, Glen Velez, Greg Cohen ve Hindi Zahra gibi önemli isimlerle çalışmış.

“Farklı müzisyenlerle çalışmak bana nefes alma, kendimi özgürce ifade etme ve müziği kısıtlamalar olmadan keşfetme imkânı sundu. Kendimi asla yalnızca bir caz müzisyeni olarak görmedim; her zaman farklı türleri bir araya getirme, yaratıcı sınırları zorlama ve geleneklerin ötesinde yeni ses manzaraları keşfetme arzusuyla hareket ettim.”

Atanasovski, çok yönlü bir sanatçı olarak tiyatro, dans ve kukla gösterileri gibi farklı sanat dallarına da ilgi duymakta:

“Her zaman sanatın birçok biçimine derin bir ilgi duydum. Gençliğimde resim yapmaya başladım; şiir yazmak ise benim için daha da terapötik oldu. Covid-19 karantinası sırasında yaratıcı ifade bana teselli sundu. Sık sık yemek pişirdim, sayısız klasik film izledim ve yoğun şekilde yazdım. O dönemde 100 şiirden oluşan bir koleksiyon tamamladım. Ancak tüm bu sanatsal uğraşlar içinde müzik, benim gerçek çağrım olarak kalmaya devam ediyor.”

Yıl boyunca dünyanın farklı ülkelerinde konserler veren Atanasovski’nin yolu elbette Türkiye'deki sanatçılarla da kesişmiş:

“Daha önce Türkiye'de hiç sahne almadım ama İstanbul ve İzmir'i ziyaret etme ayrıcalığını yaşadım. Erkan Oğur’un uzun süredir hayranıyım. Türkiye’de bulunduğum sırada öğrencilerinden biri olan Jehan Barbur ile tanıştım. Daha sonra Jehan, ‘Melem’ albümüm için kaydettiği ‘Divane Aşık Gibi’ şarkısıyla bu tanışıklığımızı taçlandırdı.”

Sanatçının kendi deyimiyle “büyük bir minnettarlık ve saygıyla beklediği” 8 Mayıs 2025 CRR konserinin onu çok heyecanlandırdığı aşikâr. Bunda İstanbul gibi büyük ve kozmopolit bir şehirde konser verecek olmasının etkisi büyük.

“İstanbul’u canlı, kozmopolit bir şehir olarak görüyorum. Zıtlıkların ve yoğunluğun iç içe geçtiği, maneviyatın, antik çağın, uyumun ve fütürizmin bir arada yaşadığı bir yer. Gerçekten de ‘Dünyalar Arası Bir Köprü’ fikrini somutlaştırıyor. Bu da İstanbul’u Transbalkanika konserleri için mükemmel bir mekân haline getiriyor.”

Vasko Atanasovski, İstanbul’a “Transbalkanika” projesiyle geliyor. Bu proje, yıllar önce Brüksel’deki Balkan Traffik Festivali’nin açılış konserinde sahne almış ve o günden bugüne gelişerek bugünkü halini almış.

“‘Transbalkanika’ isminin birden fazla anlamı var – farklı Balkan bölgelerinin bir müzikal buluşmada bir araya gelmesini ifade ediyor. Aynı zamanda Balkanların ötesine geçen, küresel bir diyaloğu da kucaklayan bir açıklığı temsil ediyor.”

Sanatçı konserlerinde genellikle kendi özgün müziğini seslendirse de, İstanbul konserinde özellikle geleneksel Balkan şarkılarını yorumlamayı tercih etmiş:

“İstanbul’daki bu özel konserimizde, geleneksel Balkan şarkılarını kendi yorumumla sunacağız. Her biri enstrümanında gerçek bir virtüöz olan olağanüstü bir müzisyen kadrosuyla Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda sahne alacağım için büyük onur duyuyorum.”

Bugüne kadar 17 albüm yayımlayan Atanasovski, son yıllarda tiyatro ve sinema için beste yapmaya yönelmiş durumda. Ancak kendisi, yeni bir albüm fikrinin yavaş yavaş şekillenmeye başladığını ifade ediyor:

“Yaratıcı sürecimde hep bir fikirle, iletmek istediğim bir mesajla başlarım. Albümün kendisi, çoğu zaman bana ne düşündüğümü ve hissettiğimi gösterir. Sanki bu yeni albüm sabırla beni bekliyormuş gibi hissediyorum. Ve şimdi, bu müzikal keşfe başlama zamanının geldiğini hissediyorum.”

8 Mayıs Perşembe akşamı İstanbul Büyükşehir Belediyesi Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda bizleri yüksek enerjili, muhteşem bir konser bekliyor. Gerçek şu ki, ilerleyen zamanlarda bu değerli sanatçıyı ülkemizde daha sık göreceğiz. Kim bilir, belki bir dahaki sefere Türk sanatçılarla aynı sahneyi paylaştığına da tanıklık ederiz.